Ünlü sanatçı Edip Akbayram, Gezi Parkı olaylarını DEVRİM’e değerlendirdi

Gezi Parkı’nda gençlerle beraberdim. Direniş uyuyan insanları uyandırdı. Olup bitenleri bize sunmayan, yandaş bir medyanın izleyicisiydik. Halk TV ve Ulusal Kanal bu ülkede yapılan yanlışlıkların hepsini gösterince, halkın gözü açıldı. Ve 3 ağaç bir anda orman oldu.
19 07 2013
58228 kez okundu

Edip Akbayram

‘BENİM KABEM İNSANDIR’

Her dönem türküleri dillerden düşmeyen Edip Akbayram, gündemi DEVRİM’e değerlendirdi. Savaşa her zaman karşı olduğunu belirten ünlü sanatçı, " Benim ülkemde de birilerinin çıkarları uğruna terör yaratılıyor, insanlarımız ölüyor, öldürülüyor. Ben ülkemde de barış istiyorum, kardeşlik istiyorum, sevgi istiyorum. Benim Kabem insandır.

Edip Abi, türküleriniz yıllardır halkın dilinde dolaşır durur. Sizi halkın gönül tahtına çıkaran nedir?

Tek kelimeyle ’Sevgidir’ diyebilirim. Ben Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kimlikleri ne olursa olsun bütün insanları seviyorum ve kimlikleri ne olursa olsun bütün insanlarla aramda iyi bir sinerji vardır. Türkülerimi 72 milyona okuyorum. Dinleyen de sağ olsun, dinlemeyen de... Bir de tabi ki yüreğimde her zaman halkımın sevgisini hissediyorum. İnsan yüreğindeki sevgiyi 24 saatine yayabilirse, dünyada baş edilemeyecek kirli savaşlar kalmaz. Yeter ki, o sevgiyi yüreğimizde hissedebilelim. Ben halkımı seviyorum, zannediyorum halkım da beni seviyor. Zaten sevgi bizim mesleğimizin özünde var. Sevgi olmadan sanat üretmeniz mümkün değil. Sevgiyi hissetmezseniz ya müzik sizi bırakır ya da siz müziği. Toplumla sürekli iç içeyiz. Halkın o güzel sinerjisini görüyorum. Bir sanatçı izleyicisinden sevgiyi almazsa, alkış almazsa, kasetleri satmazsa bu işi bırakması gerekir. ’Bu iş buraya kadarmış, hadi bana hoşça kal’ demesi gerekir.

3 KUŞAK HEP BİRLİKTE İZLİYOR

Genelde sanatçıya şunu sorarlar; ’Dinleyici olarak hedef kitleniz nedir?’ Benim oğlum 8 yaşında ’Aldırma Gönül’ü söylüyorsa, bu türküler yaş grubu gözetmeden belleklere yerleşmiş demektir. Size göre bunun sebebi ne olabilir?

Sevgili Orhan, en küçük hayranım 3 yaşında. Bu hayranımın babası der ki, ’Ben arabaya kızımla beraber bindiğim zaman Edip Akbayram’ın CD’si çalmazsa, o araba gitmez’. O küçük hayranım bir konserde sahneye geldi ve tanıştık. Dünyanın her yerinde bir sanatçının yaşı ilerlediği zaman, meslekte uzun bir süreç geçirdiği zaman dinleyici profilinde genelde düşüş yaşanır. Bende ise tam aksine, yaş ilerledikçe dinleyici profilimde ciddi bir yükseliş oldu. Bu bir sanatçı için, benim için büyük bir onur. Bir konsere çıkıyorsunuz, 3 kuşak hep birlikte sizi dinliyor. Torun, anne-baba, dede-nine… Ben bunu halkımın bana gösterdiği sevgiye ve içimdeki sevgiye bağlıyorum. Bir de yaşadığım topluma hayatım boyunca hep nitelikli ürünler sunmaya çalıştım. Bir toplum 30 senedir aynı şarkıları dinliyorsa, bu o sanatçıya ve onun türkülerine olan sevgisinin karşılığıdır.

DİKTATÖRLER GİDER SANAT KALIR

2013 yılına geldiğimizde sanata, sanatçıya ve sanat kurumlarına karşı baskı, sansür ve saldırılar her geçen gün yoğunlaştı. İktidarların, dolayısıyla bugünkü AK Parti iktidarının sanat karşıtı baskıcı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu sorunun cevabını Gezi Parkı’na bağlıyorum. Oradaki 3 ağaç bir orman oldu, sonra bir tsunamiye dönüştü. Tüm bu olayların nedenleri, aslında sizin sorunuzun cevabı. Yasaklar, sanatçıya karşı cephe alma, sanata karşı saldırılar, Opera ve Bale’nin kapatılma isteği, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmak istenmesi, ötekileştirmeler, insanların özel hayatına müdahaleler, halkımıza yaşatılan bütün bu olumsuzluklar o üç ağacın önce ormana, sonra tsunamiye dönüşmesine sebep oldu. Kısacası sanatın toplumu aydınlatma gücünü durdurmak için gerici iktidarlar her çağda baskıcı yöntemlere başvurmuşlardır. Bu iktidar da onlardan biri. Sanatçıya ne kadar baskı yaparsanız, toplumdaki tepkisi onun  çok üstünde olur. Sanata ve sanatçıya yapılan saldırıları halk kendisine yapılmış gibi görür. Yaşama biçimine müdahale olarak görür. Sonuçta diktatörler gider, geriye sanat ve o sanatçının adı kalır.

SURİYELİ YA DA IRAKLI OLMASI ÖNEMLİ DEĞİL

’Sanatçı ülkesinden ve yaşadığı çağdan sorumludur’ derler. Sizce sanatçının sanatını icra etmesinin dışında başka sorumlulukları da var mıdır?

Sanatçılık, yalnızca şarkı söylemek, tiyatro oynamak, film çevirmek değildir. Sanatçı yaşadığı ülkenin muhalif sesidir. Sanatçının topluma karşı olan sorumluluklarından biri de dünyada ve ülkesinde gelişen olumsuz koşullara karşı durabilmesidir. Dünyaya evrensel bakabilmesidir. Ezilen, sömürülen sınıfların yanında durmasıdır. Sanatçının sorumluluğu bütün bunları kapsar. Görüyorsunuz dünyanın her yerinde çıkar uğruna savaşlar yapılıyor.  Komşularımızda insanlar ölüyor. Ölenlerin Suriyeli olması, Iraklı olması, Afgan olması beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren, insanların ölmesi, öldürülmesi.  Ben savaşlara karşıyım. İnsanların çıkarlar uğruna öldürülmesine karşıyım. Ben barıştan yanayım. Benim ülkemde de birilerinin çıkarları uğruna terör yaratılıyor, insanlarımız ölüyor, öldürülüyor. Ben ülkemde de barış istiyorum, kardeşlik istiyorum, sevgi istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, ’Yurtta barış, dünyada barış’ istiyorum. Çünkü ben sanatçıyım. Barışı savunurum, savaşı değil.  Benim Kabem insandır.

AMACIMIZ DİK DURMAK

Çağına ve ülkesine karşı sorumluluk hissetmeyen sanatçıların ne yazık ki zamanla adları da unutuluyor, değil mi?

Tabi ki! Bir kere tarih affetmez, sanat hiç affetmez, ülkesi affetmez. Yaşama dar pencereden bakıyorsanız, ne adınıza sanatçı denilebilir ne de sanatınıza sanat denilebilir. Kaybolup gidersiniz. Bir şarksıyla çıkıp 300-400 bin satıp, bir sene sonra o sanatçının adının baş harfinin dahi hatırlanmadığını biliyoruz. Çünkü sanatçılık o kadar kolay değil Orhan’cığım.

Sanatçılar Girişimi’nden bahseder misiniz?

Sanatçılar Girişimi, senin, benim, sevgili Ataol Behramoğlu’nun, Bedri Baykam’ın, Orhan Aydın’ın, Mehmet Aksoy’un, Mehmet Güleryüz’ün, Levent Kırca’nın ve Ümit Zileli’nin bir araya gelerek oluşturduğumuz bir girişim. Amacı da ülkemizde gerek sanat adına, gerek siyaset adına yaşanan tüm olumsuzluklara karşı bir dik duruş sergilemektir. Ülkesine karşı sorumluluk hisseden sanatçılar bir araya geldik ve yanlış gelişen olaylara karşı sesimizi yükseltiyoruz. Olumsuzlukları yaşatanların, halkına karşı yalan söyleyenlerin yanında olmadığımızı söylüyoruz. Doğruların yanında olmaya devam ediyoruz. Sanatçılar Girişimi son yıllarda Türkiye’de gelişen en iyi, en güzel oluşumlardan biri. En azından kötü şeylere karşı baş kaldıracak bu ülkede bir takım sanatçıların da olduğunu vurguluyoruz.

GİRİŞİM CESARET VERDİ

Öyle sanıyorum ki, ’Sanatçılar Girişimi’ ülkenin üzerine serilen ölü toprağının kaldırılmasına bir vesile oldu. Umudun ve cesaretin yükselmesi, toplumun ayağa kalkması bakımından iyi başlangıç oldu...

Evet, çok iyi bir başlangıç oldu. Topluma bir cesaret verdi. Halk baskılara karşı boyun eğilmemesi gerektiğini gördü. 23 Aralık 2012’de düzenlediğimiz ’Diktaya, korkuya, adaletsizliğe, sanat ve sanatçı düşmanlığına karşı BÜYÜK BULUŞMA’ adlı etkinliğimiz büyük ses getirdi. Aslında bu etkinlikten sonra herkes korkulmaması gerektiğini de görmüş oldu. Sanatçının ayağa kalması, tüm duyarlı kesimlerin de aynı şekilde ayağa kalmasına cesaret verdi.

ÜÇ AĞAÇ ORMAN OLDU

Gezi Parkı direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezi Parkı’nda pırıl pırıl gençlerle beraberdim. 3 Haziran’da ise Nazım Hikmet’i anma programı nedeniyle Moskova’ya gitmiştim. Akşam otelime geldiğimde Gezi Parkı’nda neler oluyor diye merak ettim ve televizyonlarda şunu gördüm; İnanın bütün dünya televizyonları birinci haber olarak şunu iletiyordu: “Türk gençleri, dünyaya ve dünyanın bütün ülkelerindeki gençlere özgürlük ve bağımsızlık dersi ve birlikte yaşayabilme örneğini gösterdiler."

Ne onur verici bir şey bu. Direniş, uyuyan insanları da uyandırdı. Olup bitenleri bize sunmayan, yandaş bir medyanın izleyicisiydik. Halk TV ve Ulusal Kanal bu ülkede yapılan yanlışlıkların hepsini gösterince, halkın gözü açıldı. Ve başta da söylediğim gibi, 3 ağaç orman oldu.

DEVRİM Gazetesi okuyucularına, Çorlu’lu ve Trakyalı’lara iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Adı üzerinde, DEVRİM Gazetesi. DEVRİM’i okuyanlar da devrimcidir. Bütün devrimci dostlara, yoldaşlara en devrimci selamlarımla saygılarımı iletiyorum.

Ben de tüm Çorlulu’lar ve Trakyalı’lar adına bu güzel söyleşi için size teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

İyi ki varız. Ayrıca, DEVRİM Gazetesi’ne de teşekkür ediyorum, bana sayfalarında yer ayırdığı için. 

EDİP AKBAYRAM KİMDİR ?

Henüz 9 aylıkken çocuk felcine yakalandı. Gaziantep Şahinbey Atatürk Lisesi’nden mezun oldu ve kendi orkestrasını kurdu. 1968’de liseyi bitirip İstanbul’a geldi. Lisede kurdukları orkestrada Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın deyişleri üzerine yaptıkları besteleri çalıp söylemişlerdi. İlk plağını da lise yıllarında yaptı; "Kendim Ettim Kendim Buldum’.

İlk plağını çıkardığı grubun adı ’Siyah Örümcekler’di. Plak, ’Siyah Örümcekler-Gaziantep Orkestrası’ ve ’Edip Akbayram ve Siyah Örümcekler’ başlıkları altında iki farklı baskıyla çıktı.

1972’de Âşık Veysel’in bir şiirinden esinlenerek gerçekleştirdiği ilk bestesi ’Kükredi Çimenler’ ile Günaydın Gazetesi’nin yeniden düzenlemeye başladığı Altın Mikrofon Yarışması ile yurt çapında üne kavuştu. ’Aldırma Gönül’ ve ’Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ adlı şarkılarıyla satış rekorları kıran ve altın plak kazanan sanatçının, çeşitli kuruluşlar tarafından verilen 250 kadar ödülü mevcuttur. Akbayram, 1974’te Dostlar Orkestrası’nı kurdu ve Anadolu rock müziğinin önde gelen isimlerinden biri oldu. 1981-1988 yılları arasında bestelerinin TRT’de çalınması yasaklandı. Ama halkın  destek verdiği ve devamlı gündemde tuttuğu sanatçı olup yurt içindeki halk konserleri izlenme rekorları kırmaya devam ediyor. 1979 yılında Ayten Hanım’la evlenen sanatçının bu evliliğinden Ozan adında bir oğlu ve Türkü adında bir kızı var.

Ropörtaj: Orhan KURTULDU

Haberin foto galerisi için tıklayın.

Whatsapp