AZ GELİŞMİŞLİĞİMİZİN KANITLARI: ERGENE VE TRAKİSTANBUL…

Ülkelerin gelişmişlik tanımları yapılırken, sorunlarını ve çözümlerini bildiği halde bir araya gelip örgütlenemedikleri için bu çözümleri gerçekleştiremeyenler az gelişmiş olarak tanımlanmaktadır.
Birçok yönü ile bu tanıma uyan ülkemizde ERGENE ve TRAKİSTANBUL önde gelen sorunlardandır.
Ergene’nin de, birçok devletin nüfusunu aşan nüfusu ile Trakya’ya taşarak TRAKİSTANBUL’a dönüşen İstanbul’un da sorunlarını ve çözümlerini biliyoruz. Ancak yaklaşık 40 yıldır işlevli olarak örgütlenip bu çözümleri yaşama geçiremiyoruz. Yetmezmiş gibi bir de bütün sorunları olağanüstü boyutta artıracak KANAL İSTANBUL dayatılıyor.
Debisi azalarak da olsa içilecek su kalitesinde doğanın sunmaya devam ettiği Ergene nehrini tarımsal sulamada bile kullanılamayacak hale getirip, hala somut bir çözüm bulamayışımız çevre bilincimizin ne kadar yetersiz, çevre sorunlarına yönetsel yaklaşımımızın ne kadar düzensiz ve eşgüdümden uzak olduğunun en açık ve bir o kadar da acı örneğidir.
Trakya’da Ergene kaynaklı çevre sorunları yıllardır artan boyutlarda yaşanıyor. Kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar bu konuda yüzlerce, belki de binlerce toplantılar yaptı, yapıyor. Araştırmalar, raporlar, planlar, projeler hazırlandı kararlar alındı, alınıyor. Ancak hiçbiri çözümü gerçekleştirecek etkinliği sağlayamadı, sağlayamıyor.
Ergene ve Trakya’nın çevre sorunlarını ilk kez 25.2.1988 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden dile getirerek kamuoyu gündemine çıkaran, ardından verdiği araştırma önergesinin kabulü ile oluşturulan TBMM Çevre Araştırma Komisyonunun üyesi olarak görev yapan ve bu komisyonda savunduğu Çevre Bakanlığı kurulması önerisi kabul edilen bir Tekirdağlı olarak, işe yarar bir çözümün hala üretilememiş olmasının derin üzüntüsünü yaşıyorum.
Ergene’nin suyuna kimyasal madde döküp arıtacağını iddia eden mi istersiniz, kirli suyu kanalla Marmara’ya verip kurtulmayı öneren mi, her biri bir öncekini yok sayan planları yapanlar mı, köylerin gizli pisliğini açığa çıkarıp kanalizasyon yaptım diye kasılarak derelere de pisleyenler mi istersiniz, hangisini sayayım?
Bütün bu olumsuzlukların temelinde İstanbul’un nüfusunun çığ gibi büyüyerek kentsel ve endüstriyel boyutları ile Trakya’yı “işgal” etmesi yatıyor. Siyasal iktidarların sanayi yerleşimini planlamaktan kaçınmış olmaları bu aşırı yüklenmeyi yarattı, yer altı ve üstü ile doğa tahrip edildi.
Bu plansızlıkla sanayi tesisleri ülkenin batısında toplandı ve sonucunda nüfus batıda yoğunlaştı. Oysa Büyük Atatürk, sanayileşme hamlesi ile 15 yıllık iktidarında ülkenin 26 farklı yerinde 46 fabrika kurarak sanayi yerleşimini ülkeye yaydı. Köylerin bunların etrafında kentleşmesini amaçlayarak köylü nüfusun göç etmemesini, oluşan sanayi kentlerinde çalışarak kentlileşmelerini hedeflemişti. Ancak vefatından sonra bu planlı sanayileşme anlayışı terk edildi.
Bu tabloyu gördükçe yıllardır yazıp söylediklerimi özetle hatırlatmak istiyorum:
Neden başarılamadı?
- Siyasetçilerimizin çevre duyarlılığı genelde söylemde kaldı ve başta yatırım politikaları olmak üzere tüm politikaların belirlenmesinde çevre korumacı anlayışla davranılmadı.
- Doğal kaynakların ekonomik ve sosyal kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı olduğu görmezden gelindi.
- Tüm doğal kaynakların gelecek kuşakların emaneti olduğu ve onlara da kalacak şekilde tasarruflu kullanılması gerektiği anlatılmadı.
- Çevre koruma ekonomik kalkınmanın rakibi olarak görüldü.
- Çevre bilinci geliştirilemedi, herkesin çevreciliği kendi özelinde kaldı.
- Önemli olanın kirletmemek olduğu, kirlettikten sonra geri kazanımın zor, maliyetli, bazen de imkansız olduğu anlaşılmak istenmedi.
- En önemli enerji kaynağının enerji tasarrufu olduğu anlatılmadı.
- Sanayi yerleşiminin planlaması yapılmadı.
- Çevre korumanın herkesin paylaşması gereken bir maliyeti olduğu görmezden gelindi.
- Çevre Bakanlığı yanlış örgütlendi, su havzaları bazında bölgesel örgütlenme yerine her ile bir çevre müdürlüğü kurularak yetki karmaşası yaratıldı.
- Mevzuattaki olumlu gelişmeler uygulamaya sokulamadı.
- Yargı organının çevre korumacılığına önem veren kararları emsal alınmadı, uygulamamak için elden gelen yapıldı.
Bu saydıklarım Ergene’de, Trakya’da, TRAKİSTANBUL’da, Marmara’da ve tüm ülkede yaşadığımız çevre sorunları için geçerli ve yapılması gereken de bunları olumluya çevirebilmek.
Aslında geç kaldık ama neresinden dönersek kar demeli ve şu gerçeği kabul etmeliyiz; EMANETE HIYANET İÇİNDEYİZ.
Güneş GÜRSELER


